İstibdat düzeninin yarattığı hukuksuzluk, kanunsuzluk, kuralsızlık anlayışı toplumumuzun her kademesine zehir gibi sızıyor. Kokuşmuş düzeni değiştirerek ilerleyemeyen toplum, kendisini var eden en temel dayanışma duygularını, bir arada yaşama kurallarını yitirerek çökmeye başlıyor. İstibdadın en tepeden başlattığı suçların cezasız kalma anlayışı; suçluların, rüşvetçilerin, riyakârların, dolandırıcıların adeta ödüllendirilmesi; kayırmacılığın genel kural hâline getirilmesi toplumsal cinnetin zeminini oluşturuyor. Sınıflı toplumlara has bencillik ve elitizm; feodal ve kapitalist düzenlerin en kötü yanlarını birleştiren istibdat yönetimi altında daha da katmerleniyor.
Narin, Sıla, İremşan, İkbal, Ayşenur…
Hep birlikte yaşıyoruz. Kadın cinayetleri, taciz, tecavüz ve saldırıların dengesiz bir biçimde, adeta patlama şeklinde yükseldiğine tanık oluyoruz. 19 yaşında iki kadını kendileri ile aynı yaşta bir erkek öldürdü. Katil sonrasında intihar etti.
Beyoğlu’nda iki erkek bir kadını sokak ortasında sıkıştırarak tacizde bulundu, tecavüze yeltendi. İki sapıkta “Ben sokak ortasındayım, birileri müdahale eder, görür, şikayet eder, polis gelir, başıma bir iş gelir” kaygısı bile yok. Olay kamera kayıtlarıyla da sabit olduğu hâlde iki saldırgan tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Sosyal medya ve toplum genelinde yükselen protesto sesleri karşısında tekrar gözaltına alarak tutukladılar.
Komşularının iki çoğucu tarafından tacize uğrayan ve ağır şiddet gören Sıla bebek bir ayı aşkın süredir yaşam mücadelesini verdiği yoğun bakımda hayata veda etti. Narin cinayeti ile ilgili somut hiçbir kanıt ve ilerleme yok.
Biz durdurmazsak durmayacaklar…
Biz de İKD olarak şiddete tacize tecavüze adaletsizliğe hukuksuzluğa karşı, devletin çökmesine karşı, toplumun çürümesine karşı 6 Ekim Pazar günü basın açıklaması gerçekleştirdik.
Okunan basın açıklamasını aşağıda sunuyoruz:
Değerli Kadınlar, Değerli Halkımız
Narin, Sıla, İremşan, İkbal, Ayşenur…
Şiddete, tacize, tecavüze, adaletsizliğe, hukuksuzluğa karşı,
Devletin çökmesine, toplumun çürümesine karşı
Buradayız.
Biz durdurmazsak durmayacaklar…
Son zamanlarda kadınlara yönelen şiddetin giderek tırmandığını görüyoruz. Küçük kız çocuğu Narin feodal gericiliğin pençesine itilmiş bir köyde katledildi. Bütün köy halkı feodal düzenin yarattığı baskıyla, devletin soruşturmayı yürütmekte gösterdiği acizlikle suç ortağı olmaya zorlandı. Toplum daha bu şoku atlatmadan iki yaşındaki Sıla bebeğin cinsel saldırıya uğradığı; gördüğü ağır şiddet sonucu yoğun bakıma kaldırıldığı haberi geldi. Yetmedi; 4 Ekim günü iki erkek Beyoğlu’nda bir kadına tecavüze yeltendi. Aynı gün yine İstanbul’da Semih Çelik adlı şahıs iki genç kadını öldürdükten sonra intihar etti. Bu kadınlardan birinin vahşice katledilmesi ve başının kesilip surlardan atılması, kızının kesik başı önünde dehşetle haykıran annenin feryadı Türkiye’de kadın cinayetlerinin geldiği noktanın acı bir göstergesidir.
Ne yazık ki bu vahşet, toplumumuzda artan sosyal çürümenin, adalet sistemindeki hayati sorunların ve cezasızlık kültürünün ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Kadınlar her gün, en temel yaşam haklarından mahrum bırakılıyor. Bu cinayetler münferit olaylar değildir. Bu cinayetler AKP iktidarının ülkeyi sürüklediği karanlıktan, feodal ataerkil tarikat düzeninden beslenen; cezasızlıktan, adaletsizlikten güç alan sistematik şiddetin bir parçasıdır.
Türkiye’de son yıllarda artan kadın cinayetleri toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesiyle birlikte ivme kazandı. Kadın cinayetleri siyasi iktidarın ve feodal tarikat düzeninin yarattığı sosyal çürümenin en somut örneğidir. Cezasızlık zorbaları cesaretlendirdikçe toplumun en savunmasız kesimleri, yani kadınlar, çocuklar ve yoksullar, her gün daha fazla şiddete maruz kalmakta ve bu şiddet giderek kanıksanmaktadır.
Tüm bunlar AKP iktidarının sorumlusu olduğu adalet krizinin bir ürünüdür. Türkiye’de yargı, kadın cinayetlerinde etkin bir tavır almamakta, cezasızlık politikası bu tür vahşetleri adeta teşvik etmektedir. Kadın katillerine uygulanan indirimler, faillere verilen cezaların yetersizliği, hatta çoğu zaman şiddet faillerinin serbest bırakılması şiddeti ve sosyal çürümeyi derinleştiriyor.
Biliyoruz ki bu cezasızlık kültürü, toplumun her alanına nüfuz eden erkek egemen düzen, şiddeti meşrulaştırıyor ve kadınları suçlayan bir söylemi güçlendiriyor. Fatih’te yaşanan vahşet gösteriyor ki Türkiye’deki şiddet sorunu gördüğümüzden/ tahmin ettiğimizden çok daha büyük. Bu sosyal çürüme içinde kadınların mücadele etmeye devam etmeleri, dayanışmayı büyütmeleri gerek, ancak yetmez. Çünkü şiddetin en mağdur ettiği grup kadınlar olsa da tek mağduru kadınlar değil. Bu yüzden taleplerimizi büyütmeli, mücadele hattımızı genişletmeliyiz. Kadınların, çocukların ve diğer tüm dezavantajlı toplum kesimlerinin kurtuluşu bu mücadeleye bağlı.
Bugün, yargıda reform taleplerinin ve adaletin sağlanmasının hayati önemde olduğu bir dönemden geçiyoruz. Ancak adalet, mevcut sistemin küçük revizyonlarıyla değil, köklü bir toplumsal dönüşümle mümkündür. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, yalnızca kadınların değil, toplumun tüm ezilen kesimlerinin kurtuluşunu hedefleyen bir mücadeleyle gerçekleşebilir.
Kadınların ve çocukların yaşama hakkını tehdit eden feodal tarikat düzenine karşı laiklik, demokratik, sosyal hukuk cumhuriyeti diyoruz.
Feodal tarikatçı düzenin kulluk dayatmasına karşı özgürlük, eşitlik, kardeşlik, yurttaşlık, akıl, bilim, çağdaşlık, demokrasi diyoruz.
Bu yüzden tüm kadınları
Eksilmemek
Sokak ortasında katledilmemek
İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmemek
6284 nolu kanunu uygulatmak
Sokaklarında özgürce yürüyebileceğimiz bir Türkiye kurabilmek için İKD’de mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz!
Eksilmeyeceğiz!
Kadınlar birlikte güçlü!