2014’ün yaklaştığı şu günlerde, yetmişinci yıla girecek olan ve ilk kez 1944’te Amerika’da yayınlanan Karl Polanyi’nin Büyük Dönüşüm adlı kitabından söz etmek istiyorum. İlk cümlesi “Ondukuzuncu yüzyıl uygarlığı çöktü” diye başlayan bu kitapta Polanyi, vahşi kapitalizm koşullarının doğuşuna ve “piyasa”nın ilk oluştuğu dönemlere dair önemli tahlillerde bulunuyor.
Kitabı önemli kılan, insanın doğasını, özünü hiçe sayan ve kapitalizmin sömürü çarkı olan “kendi kuralına göre işleyen piyasa” sistemini kıyasıya eleştirmiş olması.
Özünde kapitalist sistemin güler yüzlü görünümünden başka bir şey olmasa da, her şeye rağmen insanın refahını ön planda tutan, “sosyal devlet” kazanımlarını geriye götüren bir dönemden geçtiğimizi artık herkes biliyor. Günümüzde “kuralsız” ve “esnek” çalışma modeli ile “tam istihdam” koşullarına göre sömürü düzeyi artmış durumda. Çalışanlar hem iş, hem de gelecek güvencesinden yoksun durumda. Buna paralel olarak birçok sosyal hak yitirilmekte.
Bilinçli olarak yaratılan “bilinç” yitimi
Burada dikkati çekmek istediğim konu, aynı zamanda hak bilincinin kaybettirilmeye çalışılması. Emeğini satarak geçinen çalışanlar, temel haklarını (örneğin bir kazanım olarak hâlen sahip olduğumuz kıdem tazminatı bunlardan biri) her geçen gün yitiriyorlar. Benzer şekilde sosyal güvenlik hakları budanırken onun yerini özellikle AKP hükümetlerinde yansımasını bulan “şartlı nakit yardımı” gibi düzensiz, herkese “eşitlik” temelinde ulaşmayan sözde “sosyal yardımlar” almaktadır. Örneğin etrafında fırtına koparılan, eşini kaybetmiş ve güvencesi olmayan kadınlara yapılan ve alt tarafı 250 lira tutarındaki yardım buna iyi bir örnek. İnsanlar bilinçli bir şekilde bir “hak” olarak görmesi gereken böyle bir ödeneği, bir “yardım” olarak, kendisine bunu ödeyenlerin de “iyilik” ve “insaf”ına bırakılarak alıyor. Dolayısıyla, ne böylesi bir tutarın düşüklüğünü sorguluyor, ne de aslında temel yurttaşlık haklarından yoksun bırakıldığının farkına varabiliyor.
“Hak” bilinci yok olurken…
İşte, Polanyi’yi yeniden hatırlamak bu nedenle de çok anlamlı. Polanyi, İngiltere’den verdiği bir örnekle, insan emeğini giderek daha fazla sömüren piyasacı sisteme paralel olarak, 1795’te getirilen yoksullara belirli bir asgari gelir sağlanması için ekmek fiyatlarına göre düzenlenen Speenhamland yardım yasasını ele alıyor ve bu yasanın “emek” piyasasının kendi dinamikleriyle oluşmasına ket vurduğuna işaret ediyordu.
Polanyi’nin deyişiyle, Speenhamland güya “emeği piyasa sisteminin tehlikelerinden koruyordu”, ama öte yandan “emeğin piyasa değerinin bulmasını önlüyordu”. Şöyle diyordu Polanyi: “İşveren sınıfı oluşuyor, ama buna karşı bir işçi sınıfı örgütlenemiyordu.” Bu durum, işverenlere ücretleri belirli bir düzeye çıkarmamak için fazladan bir sebep de sunuyordu. Polanyi’nin en çarpıcı tahlili ise şuydu: “Uzun dönemde sonuç korkunçtu. Halktan insanların yoksul yardımı almayı ücrete tercih edecek derece kendilerine olan saygılarını yitirmeleri epey zaman almıştı, doğru, yine de kamu kaynaklarından desteklenen ücretlerin durmadan düşmesi ve işçinin yardım almak zorunda kalması kaçınılmazdı. Yavaş yavaş kırsal kesim halkı muhtaç duruma düşürüldü, ‘bir kere yardım alan hep yardım alır’ vecizesi doğru çıkmıştı.” Bunun en büyük zararı ise, “sınıf bilincinin” oluşamaması ve bir “hak” olarak emeğinin, alınterinin karşılığı olan insan onuruna yakışır bir “ücret” talep etme bilincinin yerleşememesiydi. İşte “dilenci toplumu yaratılmak isteniyor” derken söylemek istediğimiz ve bugün de yapılmak istenen bu, yani insanların sosyal hak bilincini köreltmek ve iyice geriletmektir.
Karl Polanyi, Büyük Dönüşüm, İletişim Yayınları, 2005
Fatma Şenden